DEPREMDEN BİR YIL SONRA

 

“El vurup yâremi incitme tabip”.

17 Ağustos 1999. Arz sarsılıyordu. Evlerimiz, yüreklerimiz sarsılıyordu. Genzimizi yakan bir acı vardı ülkemizde. Aylarca cesetlerimiz koktu şehirlerde. Bir rivayete göre yirmibin, bir rivayete göre kırkbin can verdik. Hangi molozu kaldırsak altından bir feryat yükseldi. Çocukların ıssız bakışlarıyla göz göze geldik. Bir insânî öz, bir yürek taşıyor muyuz sorusunu sorduk kendimize. Yüzleşme vakti gelmişti eğlencelik hayatla. Biz yerliler, yoksa lânetlendik mi şüphesini getirdi akıllarına. Yoksa azarlandık mı? Yoksa biz apaçık bir bozgun içinde miydik? Kimilerimiz Âmentüyü hatırladı. Kaza ve kaderi, hayrı ve şerri. Hayır dedi bazıları. Sesi güçlü çıkanlar. Yüzleşmekten nefret edenler; hayır, bu asfaltlama çalışması kadar doğal bir olaydır. İşte şunlar fay hatlarıdır, kırılıverir bunlar. Mutfakta bulaşık yıkarken bardak kırılması gibi bir olaydır bu. Hem biz tamir ederiz böyle şeyleri; unutur, eski müptezelliğimize çabucak avdet ederiz. Hem, çocuklara kim zulmeder ki, Allah zulmetsin?.. Bu olsa olsa çocuk hatırı nedir bilmeyen tabiatın bir serseriliğidir bize.

(Zenci çayından bir yudum alır, sigarasından bir nefes çeker.)

Zenci, enkazdan çocuğunun sağ çıkarıldığını ve helikopterle Gata’ya götürüldüğünü öğrenen bir babadır. Bir yıl geçtiği halde çocuğuna dair bir kayda, bilgiye rastlamamıştır. Durumu kendisine benzeyen yüzlerce vaka vardır yaşadığı çadır kentte. Evinin enkazı kaldırıldığı halde eşinin izine rastlanılmayanlar vardır. Enkazdan sağ çıkarıldığı belgelenen kadın, çocuk, yaşlı pek çok insan bu memlekette kaybolmuşlardır. Devlet, (Zenci bu lanetli kelimeyi hiç kullanmak istemiyordu aslında) kireçleyip dozerlerle gömdüğü cesetlerin güyâ resimlerini çekmiştir.

Toplu mezarları bilir misiniz? Dozerlerle gömülmeyi. Canlarınızın ciğerlerinizin cesetlerini kireçlemeniz, ceset torbalarına koymanız ve dozerlere teslim etmeniz istendiğinde, korkunç bir teslimiyetle bunları yaptığınız oldu mu? Kardeşleriniz yurdun, dünyanın dört bir yanından (cenaze evine yemek göndermenin âdet olduğu bu ülkede) yardımınıza koşmak için seferber olduklarında, sadist bir otoritenin zayıflayacağı endişesiyle çocuğunuza bir sıcak çorba ikramını engelledi mi devletiniz? Kadere inanmanızı cahillikle açıklayıp, bu Tanrı’nın bir gazabıdır diyenleri mahkemeye sevkeden devletiniz, sizi kaderden öte bir çaresizliğe mahkum etti mi? Sahi, 17 Ağustos’u yaşadınız mı?

(Bu yazı hiç bitmeyecek. Tıpkı bu acının hiç dinmeyeceği gibi. Biz yerliler, depremi de devleti de sîneye çektik. Bir gün sînemizde büyüttüğümüz acıları dökeceğiz orta yere, buyrun diyeceğiz, hesaplaşalım). Allah, bütün mazlumları korusun.

Anasayfa