BERTO-ZENCİ YAZIŞMALARI
Yazının Hikâyesi
:Berto (Berto Amerikalı), Maraş’ın Bertiz köyünden yüreğini yanına alarak çıkan ve büyük şehirlerin beyaz mahfillerinde öylece dolaşan biri. Zenci ile sanal bir dostluğu var. Aşağıda okuyacağınız metinler, e-posta yoluyla yapılan yazışmaların bir kısmıdır.
_________
¨ __________Zenci’den: Her Şey Yeni Başlıyor
Zencilerin yaşamaya devam ediyor olmaları, henüz ortadan kalkmamış olmaları, onların verdiği mücadele ile uzaktan yakından ilgili değildir. Beyaz adam, saat on sularında ofisine geldiğinde, şöyle söylenebilme alışkanlığını zencilere borçludur da ondan: “Olmuyor Abdulla’fendi! Bu masayı temizlerken dosyaları dağıtma diye kaç kere söyleyeceğim?”. Zenciler hiçbir şeyin mücadelesine başlamadılar. Ne yaşamın, ne onurun, ne de intikamlarının.
“Yardımcı hizmetler” sınıfında yer alan, yaşını başını almış Abdulla’fendiler, koç gibi çocuklarına, en az beyazların çocukları kadar -hatta daha fazla- hasta olma riski taşıyan, en az beyazların çocukları kadar ağzı, gözü, midesi ve diğer uzuvları olan çocuklarına, layık olduklarının en azını götürmek için ses çıkarmazlar beyazların erdemsiz davranışlarına. Sakın zencilerin bu durumunu “hayat mücadelesi” olarak yorumlama. Yanılırsın. Zenciler mücadeleye başlamadılar!.._________
¨ __________Berto’dan: (Ze
nci’nin, “Memleket Gülüm” başlıklı S.Çelebi imzalı bir yazıyı yollamasının üzerine).Bu memleket bizim Zenci Yerli. Fakat neden sattığımız "dördü 100 bin" kağıt mendiller yüzümüze çarpılıyor ana caddelerde beyaz kızlar tarafından? Ana caddeler, bulvarlar "bu memleket"ten değil mi ki oralarda esâmemiz okunmuyor? Bulvarlar bizim değilse, "bu memleket" dediğin neresi Zenci Yerli? "Fasulye çubuklarıyla dolu bağ yolları" diyorsan zaten oralar "bizim toprak", doğduğumuz topraklar! zaten bulvarlarda dolaşanlar da
"topraklarınıza geri dönün" mü demek için çarpıyorlar "dördü 100 bin" Toprak kağıt mendilleri? Bulvarlardaki bu "tutunma savaşı"nı ne zaman kazanacağız Zenci Yerli? Yoksa bu bir yanılsama mı? Bulvarlarda biz kağıt mendiller satmaya devam mı edeceğiz? "Toprağımızdan" 3 yaşında ayrıldığımız halde, 11 yaşında toprağımızın şivesini konuşarak ayakkabı mı boyacağız? ana caddelerde kağıt mendili yüzümüze çarpan beyaz kızlar ve yanında bize tiksintiyle bakan beyaz erkekler, stüdyolarında boynumuza papyon takarak bir taraftan bizimle eğlenirken bir taraftan da siyahlığımız üstünden para kazanmaya devam mı edecekler? Bulvarlarda bangır bangır çalınan bizim türkülerimiz de biz neden yokuz orda Zenci Yerli?_________
¨ __________
Zenci’den
suallerinizin cevabını siz daha iyi biliyorsunuz. "Dördü yüzbinden toprak mendil" satarken ortaya koyduğumuz Zenci kimliğini beyazlar bize "beyefendi" demeye başladığı mevkilerde öne çıkarmaya korkmamızdan kaynaklansa gerek, bütün silinmişliğimiz. Sen daha iyi biliyorsun yerli çocu
k, beyaz olma yarışlarına katılırken zenci kimliğimizi örtbas etmek için yaptığımız, kendimizi aşağılama numaralarını. Parmağımızdaki gümüş yüzükten rahatsız olduğumuzu, evimize Ferdinand Markos posteri astığımızı. ("Adı ister Ferdinand Markos, ister TATÜR olsun, ...ler birbirine benzer" diyen şairi – Ona, bağlıları Kumandan diyorlar, şimdi hapiste- anmak isterim). Neden sokaklar bizim değil? Sen daha iyi biliyorsun Berto-Amerikalı. Sana Malkolm üstadın Muhammed Ali'ye söylediklerini hatırlatırım. "Yenmek için döğüş, dayak yemek için değil. Akşam maçını izlemeye geleceğim" diyordu. Muhammed Ali ringe çıktığında Müslüman olduğunu ve artık yenmek için dövüşeceğini söylüyordu. Seni de bir gün sokaklardaki kimliğini biryerlere taşımış görürsek, iyi çocuk, bilki ringde yalnız olmayacaksın. Sokaklara ancak sokaktaki kimliğimizi odalara taşımayı öğrendiğimizde sahip olacağız. Memlekette cumhurbaşkanlığına seçilen bir zatın ilk konuşmasında laikliğe değil yerli kimliğine vurgu yaptığı gün sahip olacağız. Sokaklara birgün sahip olacağız emin ol. Hoşça bak zâtına Berto-Amerikalı..._________
¨ __________(Berto’dan) “Odalar ve Sokaklar” Üstüne
Bu mektubu sana penceresinden yeşil dağlar ve sarp kayalıklar görünen bir sınıftan yazıyorum Zenci Yerli. Evet, senin de bildiğin gibi, bu sefer sıkıldığım bir dersi, kendi çapımda kaynatmak için değil, beyazların "nesnellik" diye yutturdukları tarafgir paradigma zokalarını duymamak için değil, bu entellektüel düttürünün bir ögesi olarak bulunduğum sınıfta aşağıdan gelen bir takı
m siyahlar, "beyazların kalelerini içten fethetmek için" ter dökerken can sıkıntımı gidermek ve umuduna umut katmak için karalıyorum bu satırları. ve anlıyorum ki Zenci Yerli, pencerelerinden yeşil dağlar ve sarp kayalıklar görünen sınıfta, küçük portatif masanın gerisinde otururken anlıyorum ki, aslında beyazların içten fethedilecek kaleleri falan yok. "Beyazların kalelerini içten fethetmek" argümanı da hoş bir 3. Dünya aldatmacasından ibaret. Çünkü, Zenci Yerli, biz beyazların kalelerine (!) her girişimizde, sokakta yaptığımız işlere mütekabil işler tutuşturuyorlar elimize. Bu hiç değişmiyor Zenci Yerli; orda boyacıyken, simitçiyken, bahçıvanken burda, büro memuruyuz; beyazların işlerini gören, onlar rahat etsin, daha çok "fayda" elde etsin diye çalışan "uzmanlar"ız, çalışanlarından daha çok nasıl verim elde edebileceklerine dair raporlar hazırlayan "araştırmacı"larız; işlerini denetleyen "müfettiş"leriz... Sokağı kendimize kolay benzetebiliriz Zenci Yerli, haklısın. Çünkü orayı, özel alanımız olarak görüyoruz. Çünkü tarlada nasılsak, orada da öyle çalışıyoruz, omuz omuza, diş dişe; tarlayı nasıl ekmek kapısı olartak görüyorsak sokağı da öyle ekmek kapısı olarak görüyoruz. "Oda"da sokakta davrandığımız gibi davranmıyoruz Zenci Yerli, çünkü, "kaledeki ajan" zannediyoruz kendimizi. Sanırsın Bizans meyhanelerinde haber kollayan Selçuklu çerisi Yağmur Bey! Bizans Sarayında Malkoçoğlu, kendini Macar olarak tanıtacak ya! Beyazların özel alanında olduğumuz vehmi bizi yiyip bitiriyor. Beyazlar da bu dalgamızı seviyor doğrusu Zenci Yerli! İşlerine geliyor çünkü, çünkü, siyahlar, odalarda kale içre "fetih" yapma telaşıyla öyle tedirgin oluyorlar ki, herkes kendine göre bir "ajanlık stratejisi" belirliyor. Böyle olunca da yani bu psikolojiye girince de birbiri hakkında anlamsız kaygılar duymaya, hatta birbirinin muhbiri olmaya başlıyorlar. Beyaz adam keyfe geliyor tabi. Bir korku da kendi salıyor meyhaneye. Siyah çocuklar, tırsıyor, çünkü ajan oldukları, kale içinde bulunduklarına inandırılmışlar. Oysa ne kale var Zenci Yerli, ne de kapı. Bizim absürd rüyalarımız ve korkularımız önümüzde duvar diye gördüğümüz. Malkoçoğlu öyle midir ya! Bre namertler deyü çıkmaz mı ortaya? Dananın kuyruğu burda kopuyor işte Zenci Yerli! Her sabah yüreğimi yerine koyup çıkıyorum evden, ama akşam geldiğimde bulamıyorum. Yüreğimi yokluyorum ve yerinde olmadığını görüyorum Zenci Yerli, anlayabiliyor musun? Yüreğini kaybettin mi sen hiç? Arayıp da kocaman bir boşluk bulduğun oldu mu yüreğinin yerinde? Ne zahmetler ne meşakkatlerle arayıp buluyorum, yerine tekrar yerleştiriyorum ama bir gün sonra gene kocaman bir boşluk! Yüreği kayıyor Berto-Amerika!lının, Zenci Yerli! Bu çok farklı bir durum. Yüreksiz bir iş yapamaz ki insan. Ne Bizans'ta, ne Roma'da böyle bir silah vardı. Beyaz adamın görünmez bir silahı var ve avlanıyorum her gün! Beyaz adam bu sefer her zamankinden çok daha akıllı. Biliyor, yüreği olmayan bir siyah çocuk, kocaman bir hiçtir. ve yüreğime oynuyor beyaz adam, Zenci Yerli! Yüreğime oynuyor, bütün yayvanlığı, yavanlığı ve yavşaklığıyla! bir gün hiç bulamamaktan korkuyorum yüreğimi! beni besle, Zenci Yerli, yüreğime su ver!_________
¨ __________(Zenci’den) Ajanlık Stratejilerimiz (!?) Üzerine...
Sevgili Berto ve Sevgili Bürokratın bana yolladığı iç hesaplaşmaları izhar eden maillerde, beyazların “demir kafes”lerinde hangi ahvalde bulunduğumuz sorgulanıyordu. Berto, beyazların kalelerinde birer ajan psikolojisi ile bulunduğumuzu tespit etmişti. C. Meriç’in “intelijansiya”sını hatırlattınız bana. “Akademide (veya kafesin bir başka dişl
isinde) bir koltuk” edinmek için girdiğimiz sınavlarda, parmağımızdaki gümüş yüksükleri çıkarmak durumunda olduğumuzda bitmişti o iş. Odamızda sosyal hayata dair prelütler yaparken koridordan Anadolulu babalarımızın “Esselamü aleyküm, efendi, oğlumu arıyordum” diyen sesini duyduğumuzda; belki de hayatı boyunca bir Müslümanca selâma mukabele etmemiş bir ita amirimize, hem de “esselâmü aleyküm” diye selam veren sesini duyduğumuzda yüreğimize dolan iç sıkıntısını hissettiğimizde bitmişti o iş. Kırk yılda bir memleketin ücra bir köyünde yaşayan gariban anamız, âhir ömründe telefon denilen aletle oğlumun sesini duyayım diye, çalıştığımız ehramlarda bizi aradığında, oğul diye Fırat havzası gibi sevgisini akıtırken bize, yüksek sesle, şöyle anamızın anlayacağı dilden, “öpem aney, gurban aney” diyemediğimiz zaman o iş bitmişti dostum. Senin ajanlık dediğin Berto, bir kimlik beyan edememenin kahrolası psikolojisidir. Döşümüzdeki rozetlerle, gönlümüzdeki Sultan’ların arasında sıkışmışlığımızdır. Senin ajanlık dediğine “şark kurnazlığı” diyorlar Berto. Ama sadece kendini kandırma kurnazlığı. Analarımızın sâfiyetini kuşanacağız bir gün. Babalarımız geldiğinde, şimdilerde kişilik düzlemlerimiz olan “koltuk”larımıza buyur edeceğiz. “Sarı gelin” türküsünü söyleyerek çıkacağız sınıflara. Adı “çiğdem” olan talebeye adın ne güzel, 10 puan ekledim kağıdına diyeceğiz sınıfta. Hele “çiğdem derki ben elâyım” türküsünü biliyorsa... Kelimelerin karnını yaran İsmet Özel’in deyişiyle özgür, yani özü gür olacağız dostum. Ajan değil, düpedüz hem de güpegündüz kendimiz olacağız. Mâlum bir yerde (mahiyeti gereği izbe bir yerde) “kazma kürek işleri” olacak Berto. Aslında başka şeyler de olacak dostum. Kırmızı bâde cura saz’dan, aklına gelebilecek özü gür olmayı gerektiren her şey anlıyor musun dostum. Analarımızın sâfiyetini kuşanacağız bir gün. Kızılırmak gibi akacağız dostum, Anadolunun her köşesine... Hoşça kal._________
¨ __________
(Zenci, yukarıdaki resmi yollar Berto’ya ve...)
Berto, “attachments
”deki cadde, tam da nereden başlıyor dersin? Belki de bildik bir yerden, daha güzeli bilindik bir yerden..._________
¨ __________(Berto’dan)
Zenci yerli, sana beyaz adamın hizmetindeki uzmanlar olduğumuzdan bahsetmiştim ya, evet işte o uzmanlardan biri şu anda bir teftiş için diğer ikisi de pazarlama işleri için yanımdalar ve beyaz adama öykünüyorum iki gündür, beyaz et yiyor ve beyaz şarap içiyorum. bunun bir rüya olduğunu ve çabuk geçeceğini de biliyorum. ama beyazlık, konfor ve rahat, zev
k, sefa, tıka basa karın doyurma lükslerini tadıyorum. Bu tatlar sonucunda anladım ki beyaz adam çok aptal. selamlar, bana yaz.
_________
¨ __________(Bir selamlaşma mailinde Berto: Maçı izleyemedim Zenci Yerli, bu yüzden zencilerin kupası üzerine yazacağın yazı benim için daha önemli. Bekliyorum)
_________
¨ __________(Zenci’den) Kupa
Sevgili Berto. Sana yazmak benim için vazgeçilmez bir eylem oldu. Biz zencilerin yüreği herkese açıktır. Sen de hemen yüreğini açtın bize. “Odalar ve Sokaklar Üstüne” başlıklı yazın bir zenci harikasıydı.
Seni sevdim Berto, tüm zencileri sevdiğim gibi.Sana Galatasaray maçını yazacaktım...
Beyazlar bizi anlamıyor dostum. Neden millet olarak manyak gibi sokaklara döküldüğümüzü anlamıyorlar. Priştinede, Gümilcinede hatta Kazakistanda neden insanların sokaklara dökülüp sabahlara kadar bağırdığını anlamıyorlar. Dostum, ikiyüzyıldır dünyanın her yerinde yeniliyoruz.
Analarının zafer emzirerek büyüttüğü bir medeniyetin çocukları, dünkü uşaklarının çöpçülüğünü yapıyor avrupalarda. Ve ikiyüz yıldır boynu bükük, bütün mazlumların. Bu zaferle Avrupadaki işçimiz, dünyanın şurasında ya da burasında yaşayan bir mazlum şöyle seslenme imkanını buldu: Evet biz sizin karşınızda boynu bükük duruyoruz. Fakat bu duruş sizden küçük insanlar old
uğumuz anlamına gelmiyor. “Hor görme harabatı...” diye başlıyoruz artık. Biz büyük medeniyetlerin çocuklarıyız. Biz içimizde büyüttüğümüz, sakladığımız heyecanlarla, sizi istediğimiz zaman, istediğimiz alanda dize getirmeyi de biliriz. Bu duygu az şey midir dostum?. Biz sokaklara dökülen zencilerin kompleksli olduğunu söylüyor beyaz dostlar. Aşağılık kompleksimizi tatmin ediyormuşuz. Asıl kompleks, sevincini izhar etmeyi bile kompleks olarak değerlendiren şu bizdeki beyazların değil midir? Biz kendimizden emin olmasak sevinir miyiz? Yerli beyazlarımızın Sevinmeyi kompleks olarak değerlendirmesi, kendilerine ve milletine hiç güveni olmamalarından kaynaklanmıyor mu? Biz yeniden tarih sahnesine çıkmanın provasını yapıyoruz dostum. Muhammed Ali’nin zaferlerine sevindiğimiz gibi seviniyoruz. Malkolm kendisini izlemeye geldiğinde ilk maçını galip bitirmişti. Bizi bütün mazlumlar izliyor. Biz her maçı galip bitirmek zorundayız artık. Biz muzaffer olmaya yazgılıyız Berto. Başka şansımız yok. Hoşça kal..._________
¨ __________(Zenci’nin Kutlu Doğum tebriği)
Kutlu doğum'u kutluyoruz. Zencilerin doğumunu. Beyazlığın para etmediğini öğreten gerçek lideri. İnsanlığın liderinin doğumunu kutluyoruz. Ayrıca, beyazların şeytan olduğunu savunan Elijah'ı ve şeytanlığın aslında salt beyaz renkli olmakla ilgisi olmadığını kavrayan Malkolm'u da kutluyoruz. Beyazlamaya çalışanlara inat zenci kalmayı onur bilenleri kutluyoruz. Onurlu insanları kutluyoruz
_________
¨ __________Sağol Zenci, varol. Yalnız şu fotoğrafın, hani bir ara göndermiştin ya, nereye ait olduğunu çıkaramadım. Ama çağrıştırdıklarını göndereceğim sana. Hoşçakal.
_________
¨ __________(Berto’dan)
Merhaba zenci. Sana o bildik cadde ile ilgili olarak yazacaktım ki ard arda gelen sarsılmalar ve yaklaşan yaz tatili bir salıncakçıya olan ihtiyacı gündeme getirdi. İşte salıncak fiyatlarımız buyrun:
Salıncak Yüzelli Lira, Havada Takla Atana Bedava, Sallayalım Abiler
Sallanıyoruz zenci yerli! Her gece şafak atarken ve gün doğarken sallanıyoruz. Sallandığımızı hissedip uyanıyor ve fırlıyoruz yataklarımızdan. "Bu arza da ne oluyor?" diyoruz. "Bismillah" diyoruz. Yüreğimiz sallanıyor. Bir müddet oturup bakıyoruz duvarlara ve dolaplara... Bakıyoruz, duvarlar yerinde duruyor; bakıyoruz tavan üstümüze çökmüyor;
bakıyoruz her şey sükunette; portatif elbise dolabının üstündeki saat düşmemiş, kitaplar yerlerinden fırlamamış; kitap rafları üstümüze kapanmamış, her şey yerli yerinde, her şey sakin.. Yatağa tekrar giriyoruz. Bir dürtülmeyle tekrar uyanıyoruz; ezan okunuyor, tekrar doğruluyoruz yatakta. "Aziz Allah, Şefaat ya Resulallah" diyor ve salavat getiriyoruz. Birkaç dairenin ışığı yanıyor; acele adımlarla bir kaç kişi merdivenlerden iniyor; birkaç apartmanın kapısı açılıp kapanıyor; birkaç sokak kapısı açılıp kapanıyor. Bir iki konuşma oluyor sokakta ürpertili. Korkulu kadın ve çocuk sesleri, tok erkek seslerine karışıyor. Sokaktan koşar adımlarla birkaç kişi geçiyor. bir kaç araba çalışıyor. Bir kaç arabanın hareket ettiği duyuluyor. Ezan bitiyor. Tekrar yatıyoruz.***
Sallanıyoruz zenci yerli. Çünkü yüreğimiz yerinden uğradı. Çünkü insanlığımızı unuttuk. Çünkü hayvanlaştık. Elbiselerimizden, ayakkabılarımızdan, gözlerimizden ve ellerimizden şehvet akıyor. Pislik akıyor vücudumuzdan. Beynimiz pis bir sabah uykusuyla keçeleşmiş durumda. Algılayamıyor, hissedemiyor ve düşünemiyoruz. Dilimizde tat kalmadı. Ağzımızın içi çürüklerle dolu ve acı bir koku geliyor genzimizden. Kirlendik zenci yerli. Her sallantının ardından gelen deli dolu sağanaklar da temizleyemiyor kir
imizi. Çünkü, kanalizasyon mazgallarını tıkıyor vücudumuzdan çevreye yayılan kirlilik, ellerimizin ürettikleri. pisliğimizi saklayacak alt yapıyı hazırlamaktan bile aciz durumdayız ve kurduğumuz atık sistemine sığmıyor çöplerimiz. Çünkü yalan söylüyoruz tabiata, karşımızdakilere, kendimize ve Tanrı'ya. Üstümüzde elbise var diye düşünüyoruz, ayıplarımızı örttüğümüzü sanıyoruz; oysa çırılçıplağız ve her geçen gün yağ bağlıyoruz. İşte bu farkında olmadığımız yağlarımız bizi sallayan, bu iğrenç görüntü! Sallanıyoruz, çünkü dua etmeyi unuttuk. Çünkü iyi günümüzde Yaratan'ı unuttuğumuz gibi, kötü günde de af dilemeyi, bağışlanma dilemeyi iki yüzlülük, yağcılık olacağı için gururumuza yediremiyoruz. Kendimizi kandırıyoruz zenci yerli. Tanrı'nın gazabından ona sığınmayı zül sayıyoruz. Çok güçlüyüz (!) ve çok dürüstüz ya (!) Göçük altında kalmaktan korktuğumuz için açık alanlara kaçışıyoruz fakat bu kaçışı da panayıra dönüştürmekten geri durmuyoruz; çilingir sofralarımız, tavlalarımız ve oyun kağıtlarımızı almayı unutmuyoruz ve "rest" diyoruz karşıdan gelen badi giyili kızı süzerek... Nankörlüğün uç sınırlarında dolaşıyoruz zenci yerli. Ya çekeceğiz kılıçlarımızı, ya da lanetleneceğiz!_________
¨ __________(Berto’dan)
Giderken aynı dert, gelirken aynı dert...
Maraş'ta dostlar... Denizli'de dostlar... Gülek Boğazı'nı geçerken gülek mi ağlıyak mı bilemiyorum. Kader bu ikilemden kurtarmak için beni Ankara'ya attı. Hem gülüp hem ağlamak diye buna denir sanırım.
_________
¨ __________(Zenci’den)
Sevgili Berto. Engürü mü
demeliyiz; En gara mı? Ankara gerçekten ara istasyon. Hem gâvur, hem müslüman. Ne Türk, ne Müslüman mı demeliydim. Hitit ucubesi. Ama sizin gibi Anadolu çocukları oranın engürü yanını, yani ki en gür yanını temsil edeceksiniz. Ne zaman gidiyorsun Berto? Belki orada karşılaşırız. Orada senin zencilere yabancı olduğunu sanmıyorum. Aslında en olmaz kuytularda gerçek yüzlerimizle (yüzsüzlüğümüzle mi demeliydim?), ve kamusal alanlarda binbir surat içinde maskelerimizle karşılaşıyoruz. Kamusal alanlarda içimizden bir diğerimize, maskesinin arkasındakini görerek hastir çekiyoruz. Ama bu rolü oynamaktan da geri durmuyoruz. Kuytularda ise, birbirimizi maskesiz görünce adam yerine koymuyoruz Berto. Adamlığın bir maske türü olduğunu hepimiz kanıksamışız. Biz adam mıyız be Berto! Hadi, bizim birer adam olduğumuzu bize kanıtla..._________
¨ __________(Berto’dan)
Buldum zenci, buldum, Allah seni kahretmesin e mi! Bekle zenci, sana o caddenin nerden başladığını öyle bir yazacağım ki ağzın bir karış açık kalacak. Allah iyiliğini versin senin. o kırmızı transiti, soldaki o camiyi, o lacivert montlu beyaz terlikli güzel insanı, o 43 plaka şahini, hepsini yazacağım sana... Pislik herif! Beni acındırmayı, beni garipsetmeyi, gurbetimizi, vatanımızı, bildik ve bilindik yerleri
göstereceğim sana!.
_________
¨ __________
(Zenci’den)
Bulmuşmuş. Neredeyse bir yıla yaklaştı sana o resmi yollayalı. Yüreğine ulaşmak bu kadar uzun sürmemeliydi Berto. Yüreğine esef ederim senin. Pislik herifmiş. Zoruna mı gitti? Zenci en baştan söylemedi mi misyonunu. Aşık atamayacaktın da niye Berto oldun söylesene. Berto, sevgili dostum. Yüreğini yaz bana, haddimi bildir hadi, bekliyorum...
_________
¨ __________(Zenci’den, Elçibey’in vefâtı üzerine)
“Yiğidim aslanım burda yatıyor”
Elçibey yiğidimizi de kaybettik. Keleki’li yiğidimizi, Anadolu’nun bağrında yetişmiş yağız bir yiğit gibi toprağa uğurlayacağız onu da. KGB’ye kimliğini satmayan yerli. Keleki’yi satmayan, Anadolu’yu satmayan yürek. Beyazlar adına “umutsuz vaka”ydı o. Yerliler adına umut. Umut Onun kimliğinde, duruşundaydı. Şuurlu zenciliğindeydi. Zencilere, yerlilere yaslanışındaydı. Yerliliğin yaslanılacak bir dağ olduğunu öğretti insanlığa. Beyazların tiranlık merkezlerinde, Birleşmiş Milletlerde yerli bir sesle haykırdı O. Yerli dil, yerli yürekle yaşadı. Fatih Sultan Mehmet’in vefatında Avrupa’ya tek cümlelik bir haber gitmişti: “Büyük kartal öldü”. Ve bayram yapmıştı Avrupa. Şimdi beyazların kalesine tek cümlelik haber ulaşacak: “Büyük yerli öldü”. Ve kına yakacak beyaz müsveddeleri. Ağababaları olan Çar’ın Şeyh Şamil’e kılıcını iade ettiği gibi, Çar müsveddesi Haydar, devlet töreniyle gömecek Onu. Yiğidimi sonsuza kadar gömdüğünü düşünecek. Oysa O, sonsuzluğa kadar bayrak gibi dalgalanacak Keleki’de. “Bir ölür bin doğarız”, “tükenmeyiz kırılmak ile”. Başı sağolsun kendisini yerli hisseden yüreklerin. Kına yaksın beyazlar dünyanın her yerinde. Savaşımız sürecek yiğidim, gözün arkada kalmasın...